Siz Hiç Düştünüz mü?
Çocukluğunuzda arkadaşlarınızla
heyecanla oynadığınız bir oyun sırasında koştururken birden bire yere
kapaklandığınızı hatırlıyor musunuz? Oyununuzdan
feragat etmemek için canınızın çok acımasına rağmen hiçbir şey yokmuş gibi
davrandığınız, ayağa kalkıp tekrar oyununuza devam ettiğiniz oldu mu hiç? Hatta
oyuna devam etmenize izin vermezler düşüncesiyle büyüklerinizden düştüğünüzü saklamış
ya da onlara yaralarınızı göstermemiş bile olabilirsiniz. Belki çocukluk
döneminizde pek çok kez bu şekilde yaralanmalarınız oldu ancak siz yaraya
değil, size heyecan veren oyununuza odaklandınız ve farkında olmadan dayanıklılığınızı
yükseltip acınızı hissetmediniz.
Peki, yetişkin halinizle hiç yere
kapaklandığınızı hatırlıyor musunuz? O zaman nasıl tepkiler verdiniz? Canınız
çok yandı ve belki yardım istediniz ya da yine hiçbir şey olmamış gibi
karizmayı zedelememek için kalkıp yolunuza devam ettiniz. Hayatınızın farklı
dönemlerinde düşerek yaşadığınız fiziksel acıyı odağınızla azalttınız ya da
çoğalttınız.
Peki, siz hiç hayatınızda mecazi
anlamda bir düşüş yaşadınız mı? Varsa, iş ya da iç dünyanızda ciddi terslikler,
güçlükler, başarısızlıklar, hayal kırıklıkları, krizler vb. durumlar yüzünden
düştüğünüz o dönemleri kısa süreliğine hatırlayın lütfen. Siz bu düşüşlere
nasıl tepkiler verdiniz? Acıya karşı dayanıklılığınız ne durumda idi? Tekrar
ayağa kalkmayı nasıl başardınız?
Leonardo DiCaprio’ya Oscar
kazandıran ve gerçek yaşam hikâyesi olan “Revenant “– Diriliş filmi son dönemde
en çok konuşulan filmlerden birisi. Film aslında anlatmak istediğim bu konuya
da güzel bir örnek. Yaşama tutunması için kendine göre oldukça geçerli bir
sebebi olan bir adamın, sürünerek kilometrelerce yol kat edip, ölümle kalım
arasındaki mücadelesini anlatırken dayanıklılığın sınırlarını insana
düşündürtüyor. İnsanlar bir düşüşün ardından ne kadar acı veya rahatsızlığa
katlanabilirler? Dayanma noktaları nedir, nasıl ve neye göre belirlenir?
Düşen İnsan Nasıl Sıçrama Yapar?
Bu yazımda sizlerle “düşen” bir
insanın değil tekrar ayağa kalkıp toparlanması, nasıl sıçrama yapabileceğinin
yollarını Harvard Üniversitesinden Shawn Achor’un “Happiness Advantage” –
Mutluluk Avantajı adlı kitabındaki bilimsel araştırma sonuçları ve
tespitlerinden yararlanarak paylaşmak istiyorum.
Achor’a göre bir düşüşün ardından her zihin otomatik olarak planlar oluşturmaya
başlar ve aşağıdaki üç yol alternatifinden birini seçer.
1.
Bulunduğu yerin etrafında dönüp durmak,
2.
Daha olumsuz sonuçlara sürüklenmek,
3.
Düşüş öncesine göre daha güçlü bir noktaya
gelmek yani sıçrayışı gerçekleştirmek
İlk iki yoldan herhangi birinin
seçiminde yatan zihniyet düşüşü başa gelen en kötü şey olarak algılamak ve
ümitsizce, bir çıkış yolu olabileceğine inanmamak, bundan sonra atılacak
adımların boşuna olduğunu düşünmektir. Sonuç da aynen düşündüğünüz gibi olur.
Ya bulunduğunuz yerin etrafında çaresizce dönüp durursunuz ya da kendinizi daha
da aşağılara çeker, mücadeleyi bırakır, pes edersiniz. Yaşamımızın herhangi bir alanında
deneyimlediğimiz bu olumsuzluğu durumdan ders çıkartmadan ümitsizce diğer
alanlara da taşırsınız. Öğrenilmiş Çaresizlik denen tüm yolların kapalı
olduğunu gösteren bu durum haritasında çıkış yolu düşünülmediğinden seçim
şansınızı da yok etmiş olursunuz.
Üçüncü yolu seçmek ise; düşüş
öncesine göre daha güçlü bir noktaya gelmeniz, yani sıçrayışı gerçekleştirmeniz
zihinsel düşünce şeklinizi olumlu fırsatlar için gözden geçirmeniz ile
başlıyor. Hayattaki her düşüş sizi sadece daha büyük düşüşe sürükler inancını
reddederek kendinize mümkün olan en büyük gücü veriyorsunuz. Dolayısıyla
sıçramayı da düşüşe rağmen değil, düşüş sayesinde gerçekleştirmiş oluyorsunuz.
Düşüşü büyümek için bir fırsat olarak düşündüğünüzde, hepiniz bu büyümeyi büyük
bir ihtimalle deneyimleyebilirsiniz.
Başarı hiç düşmemek değildir…
Tarih çok başarılı insanların güçlükleri
önlerini kapatan, başarısızlığa sürükleyen bir duvar gibi görmediklerini,
aksine bunları mükemmelliğe ilerlemek için bir fırsat olarak gördüklerini
ispatlamıştır. Örneğin Walt Disney’in gazete editörlüğünden yeterince yaratıcı
bulunmayarak isten atılması, Michael Jordan’ın lisedeyken basketbol takımından
çıkarılması ve Thomas Edison’un defalarca başarısızlıkla sonuçlanan deneylerinin
ortak noktası büyük düşüşler yaşayanların büyük başarıları
gerçekleştirdikleridir.
2004’te Madrid’deki bombalı
saldırının ardından psikologlar tarafından yapılan araştırmalar burada
yaşayanlar arasında maneviyata verilen önemin ve diğerlerine merhametin
arttığını, genel hayat tatmini gibi olumlu bazı pozitif gelişmelerin olduğunu
göstermiştir. Yaşanılan sarsıntı sonrası insanların kişisel iradeleri ve
kendilerine güven konusunda gelişmeler kat ettikleri, aynı zamanda sosyal
ilişkilerinde de birbirlerine daha çok değer vermeyi geliştirdikleri
gözlemlenmiştir.
Bu gelişmeleri kendinde yaratabilen
ile yaratamayan arasındaki fark neden oluşmaktadır? Temelde durumu pozitif açıdan yorumlama,
iyimserlik, kabul etme ve durumla başa çıkma gibi mekanizmalara hâkimiyeti
gerektirmektedir.
Üçüncü yolu bulma
mücadelesi
1. Alternatif Senaryoyu Değiştirmek
Bir banka şubesinin kapısından
içeri girdiğinizi düşünün. Bankada sizin dışınızda 50 kişi daha var. Birden
bire bankanın kapısından içeri bir soyguncu girer ve elindeki silahla bir el
ateş eder ve kurşun sizin sağ kolunuza isabet eder. Olayın ertesinde bu olayı
çevrenize anlattığınızda kendinizi nasıl tanımlarsınız – şanslı mı, şanssız mı?
Achor bu soruyu üst düzey
yöneticilerin bulunduğu bir gruba sorduğunda cevapların %70’i şansız olduğunu,
% 30’u da şanslı olduğunu belirtmiş. Neden
bu kararı verdiklerini sorduğunda da aşağıdaki cevapları almış.
“Bankaya herhangi bir başka zaman
da gelebilirdim. Böyle bir şeyle karşılaşma olasılığı nerdeyse sıfırdır. Ne
kadar şanssızım ki bu durum ben oradayken başıma geliyor ve vuruluyorum –
Kesinlikle çok şanssızım”
“ Kolum dışında daha kötü bir
yerden de yaralanabilirdim. Hatta ölebilirdim. Çok şanslı hissediyorum”
Verilen tepkiler dramatik bir
şekilde birbirinden farklı olsa da beyin her iki durumda da aynı şeyi yapıyor.
Alternatif senaryo oluşturuyor. Yani tam olarak ne olduğunu anlamaya ya da
değerlendirmeye yardımcı olmak için beyin alternatif senaryo yaratıyor. Bu
durumu şanssızlık olarak tanımlayanlar vurulmayı, hiç vurulmamış olma senaryosu
ile kıyasladıklarında kendilerini çok talihsiz görüyorlar. Diğer grup ise vurulmayı
ölümle kıyasladıkları için, yaşıyor olmak onlara çok talihli bir durum olarak
görünüyor.
Bir düşüş, bir güçlük gibi
herhangi bir olumsuz durumla karşılaştığınızda zihninizin bilinçli olarak
talihli ya da talihsiz senaryo seçebilme gücü vardır. Çaresizliği seçmektense,
olumlu bir senaryo seçtiğinizde kendinizi daha iyi hissetmekle birlikte sıçrama
yapmaya da fırsat tanımış olursunuz.
2. Yorumlama Tarzını Değiştirmek
İş hayatında pek çok profesyonel
her gün birçok sorunla karşı karşıya gelmektedir. Ancak bir satıcının iş
hayatını düşündüğünüzde diğer meslek gruplarına kıyasla daha fazla olumsuzluklar
ve geri çevrilmelerle dolu olduğunu görebilirsiniz. Shawn Achor bir satıcının her 10 denemesinden
1 tanesinin satışa dönüştüğünü yani %90 geri çevrilmeyi deneyimlediğini
belirtmektedir. Bu durumun özellikle sigorta sektöründe çalışan satıcılar için
demoralize edici olduğunu ve bu yüzden bu sektörde devir oranının da yüksek
olduğunu ifade etmektedir. Pozitif Psikolojinin kurucusu olarak bilinen Martin
Seligman devir oranı çok yükselen ve zarar etmeye başlayan bir sigorta
şirketinde çalışmalar yaparak aşağıdaki sonuçları ortaya çıkartmıştır:
“Geçmiş olayların doğasını
yorumlama seçiminiz mutluluğunuz ve gelecekteki başarınız üzerinde önemli bir
etkiye sahiptir. Pozitif muhakeme gücüne sahip olan insanlar yaşadıkları
sorunları genellemez ve geçici olarak yorumlarlar. Negatif muhakeme yapanlar
ise bu sorunları genelleştirir ve kalıcı olarak görürler. Onların bu inançları
aksiyonlarını da doğrudan etkiler. Durumun çaresizliğe düştüğünü yorumlayanlar
denemeyi durdururlar, diğerleri ise yüksek performansa ulaşabileceklerine
inanarak ilerler.” Tıpkı çocukken düştüğünüzde olumlu düşünce gücünüzü
kullanarak ayağa kalkıp oyunumuza devam edişimiz gibi…
Achor; başarıya çıkan tüm
yolların durumları yorumlama şekliniz ile yönetildiğini belirtir. Spor dünyasında
atletlerden, profesyonel baseball oyuncularına kadar durumları yorumlama
şeklinin performansı belirlediğini göstermektedir.
Dolayısıyla Seligman da devir
oranı yükselen ve zarar etmeye başlayan bu sigorta şirketiyle çalışmaya
başladığında ilk baktığı çalışanların durumları nasıl yorumladığını anlamak
olmuştur. Daha fazla iyimser olanların karamsar olanlara göre % 37 daha fazla
sigorta sattığı, en iyimser olanların ise en karamsar olanlara göre % 88 daha
fazla sigorta sattığı, bununla birlikte daha iyimserlerin karamsarlara göre
yarı yarıya bir oranda istifa ettikleri görülmüştür.
Bu çalışma ile birlikte Şirket
bundan sonraki işe alımlarında iyimser satıcıları işe almaya karar vermiştir.
Sektör ya da teknik bilgisinin yanında iyimserlikte yüksek puan alan adayların
işe alımı gerçekleşmiştir. Sadece birkaç
yıl içinde Şirket devir oranını makul bir düzeye düşürürken sektörde diğer
şirketlerin devir oranı % 50 artış göstermiştir.
3. ABCD Modelini Uygulamak
Düşüş öncesine göre daha güçlü
bir noktaya gelmek yani sıçrayışı gerçekleştirmek için üçüncü yolu bulma çabalarından
biri de ABCD modelini kullanmaktır.
A – Adversity ( Güçlük) : Değiştiremediğiniz olayın tam kendisidir.
B – Blief (İnanç): Olaya karşı tepkinizdir. Olayın oluş nedeni ve
gelecek için ne anlam ifade ettiğini düşünme şeklinizdir. Sadece geçici bir
problem mi, ya da onun kalıcı bir sorun olduğunu mu düşünüyorsunuz? Çözümler
var mı, yoksa bu olayın çözümsüz olduğunu mu düşünüyorsunuz?
C – Consequence (Sonuç): Yaşadığınız bu güçlüğü kısa dönemli ve
büyümek için bir fırsat olarak mı görüyorsunuz? Bu şekilde durumu yorumladığınız
zaman olumlu sonuç alma şansını artırıyorsunuz demektir. Eğer B sizi karamsar
bir yola sürüklüyor ise çaresizlik ya da çözümsüzlük olumsuz sonuçları getirir
ve işte o zaman D devreye girer.
D – Disputation ( Tartışma) : Kendinizle yaptığınız bir
tartışmadır. Önce kendinize inancınızın sadece bir inanç olduğunu, gerçek
olmadığını söylüyorsunuz ve sonrasında da bunu zorluyorsunuz. Achor ’un önerisi
bu sesi dışa yansıtabilmektir. Sanki bir başkası konuşuyor, başka biriyle
tartışıyormuşsunuz gibi, kendi kendinize sorular sormak. Bu inancın kanıtı
nedir? Başka bir arkadaşınızın böyle bir mazeretini kabul eder miydiniz? Ya da
bu mazeretin yanıltıcı olduğunu dışardan baktığınızda görebiliyor musunuz? Bu
durumun diğer geçerli yorumlamaları neler olabilir? Bu duruma uygun olabilecek
diğer reaksiyonlar neler olabilir?
Bütün bu düşünce süreçlerinden
geçtikten sonra finalde, yaşadığınız bu güçlük durumu ilk düşündüğünüzdeki gibi
kötü mü? Ne düşünüyorsunuz? ABCD Metodu; bu düşünce süreçlerinden sizi
geçirerek aslında başta yaşadığınız hatta felaket gibi gördüğünüz bu güçlüğün göründüğü
kadar kötü olmadığını anlamanız için size zaman kazandırıyor. İnsan doğası
farkında olduğundan çok daha fazla dayanıklıdır. Psikolojik bağışıklık sisteminizin
hayatta tüm güçlükleri aşmada size yardımcı olduğunu unutmamanız gerekir. İş ya
da özel hayatınızda aldığınız herhangi bir darbe, bir daha asla eskisi gibi
mutlu olamayacağınızı düşündürtür size. Oysaki belli bir zaman sonra darbeyi
alan kişi eski haline dönmeye başlar ve daha önce deneyimlediği mutluluğu
yeniden yakalayabilir.
Herhangi bir güçlükle
karşılaştığınızda kendinizi ümitsiz ya da çaresiz hissettiğinizde her zaman
üçüncü bir yol olduğunu hatırlayın. Bu noktada tek işiniz bu yolu bulmak olsun.
Bunu başarabildiğinizi çocukluğunuzdaki düşme deneyimlerinden biliyorsunuz. Achor’un yukarıda bahsettiği yöntemleri de
kullanarak gerek iş hayatınızda gerekse özel yaşantınızda herhangi bir düşüş
yaşadığınızda değil ayağa kalkmak, sıçrama yapmayı dahi başarabilirsiniz.
Lütfen unutmayın, başarı hiç düşmemek demek değildir.
Zorluklardan, güçlüklerden ve
düşmelerden öğrendiğiniz ve büyüyerek sıçrama yapabildiğiniz güzel günlere…
Muazzez Atilan
Kaynak:
Achor, Shawn (2010). “ The
Happiness Advantage – The Seven Principles of Positive Psychology That Fuel
Success and Performance at Work ”. Crown
Business New York. S.105 - 127